muhtac
GUVEN bildirdi: "İnsanlığın iftihar tablosunun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılır. O'nun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu.. O'nun eşyanın yüzüne çaldığı nur sayesinde, zulmet ziyâdan ayrıldı, geceler gündüze kayboldu; kâinat kelime kelime; cümle cümle, fasıl fasıl okunur bir kitap haline geldi.. ve her şey âdetâ yeniden dirildi ve gerçek değerini buldu.
İnsanlığın iftihar tablosunun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılır. O'nun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu.. O'nun eşyanın yüzüne çaldığı nur sayesinde, zulmet ziyâdan ayrıldı, geceler gündüze kayboldu; kâinat kelime kelime; cümle cümle, fasıl fasıl okunur bir kitap haline geldi.. ve her şey âdetâ yeniden dirildi ve gerçek değerini buldu.
Evet, O'nun yeryüzünü şereflendirmesi; kâinat çapında bir vak'a ve yer-gök adına en büyük bir hâdise olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yeniden dirilişi sayılır. O, elindeki, cihanları aydınlatan, o nûrefşân mesajıyla, dünyayı yeniden göklere göre tanzim edeceği, varlığın perde arkası hakikatlarına tercüman olacağı, eşya ve hâdiselere yeni tefsir ve yeni yorumlar getireceği güne kadar varlık bütünüyle manâsız, ruhsuz, birbirinden kopuk ve birbirine yabancı gibiydi; cansızlar âdetâ, abesler resm-i geçidinde birer figür, canlılar "natürel seleksiyon"un dişleri arasında ve her gün başka bir ölüm ağında.. bu kara yalnızlıkta insanlar ise, her an başka bir ayrılıkla inleyen birer yetim, birer mazlum, birer mağdur vaziyetindeydi. O'nun neşrettiği nûr sayesinde birden bire karanlıkların büyüsü bozuldu, şeytanlar bozguna uğradı ve dalâletler gidip gayyâyı boyladı.. eşyanın mahiyeti değişti; tahripler tamire dönüştü, inkırâzlar da onarım hazırlığı şekline girdi.. dünya üzerindeki konup-göçmeler, gelip-gitmeler birer resm-i geçit halini aldı; doğumlar birer toy-düğün, ölümler de birer "şeb-i arûs" oldu.
O'nun ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren, ruhlarımızda "ebedî yokolma"nın te'siri kırıldı; hicranla çarpan sînelere dost ikliminden vuslat muştuları geldi-ulaştı. Bütün bir insanlık olarak biz hepimiz, O'nun gönüllerimize üflediği hayat sayesinde kendimizi idrak edip eşya ile münâsebete geçebildik.. özümüzdeki cevherleri değerlendirip, benliğimizdeki sonsuzluk buudunu sezebildik. O olmasaydı, ne ruhumuzdaki bu derinlikleri kavrayabilir ne de kabirden geçip sonsuzluğa uzayan bu yolu ve bu yolculuğu bu kadar şirin görebilirdik. Gönüllerimize aşk u heyecan salan O, gözlerimize ışıklar çalan O ve bizleri ebetler ülkesine seyahata hazırlayan da yine O'dur.
O, bu uzun ve sırlı yolculukta bulunduğumuz sâhil itibariyle, bizim için bir kaptan ve rehnümâ, varacağımız âlem itibariyle de bir mihmandâr ve şefaatçı ise, bizim de O'na karşı bir kısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzûda lâkayd kalmamız da mümkün değildir. Ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O'nun nurlu mesajına karşı hep lâkayd kalmışızdır.. lâkayd kalmak bir yana çok defa saygısız davranmışızdır...
Vâkıâ, dar bir dairede ve belli ölçüler içinde, merasim türünden bir mevlit, birkaç paket şeker ve birkaç şişe güllâpla.. bazen de birkaç ses sanatkârı ve birkaç ilâhîci ile velâdeti tes'îd etmeye, O'nunla irtibatımızı ortaya koymaya çalışmışızdır; ama, bunlar kat'iyyen O'nun büyüklüğüyle orantılı olmamıştır; orantılı olmak şöyle dursun, O'nun kapıkullarına gösterilen saygı ve ihtiram seviyesine bile ulaşılamamıştır. Hele Hz. Mesih'in doğum günü veya şöyle-böyle O'nunla alâkalı gösterilen noel, paskalya ve daha başka yortu ve karnavallar seviyesinde bir neş'e ve cûşişin yaşanması kat'iyyen söz konusu olmamıştır...
Bu mevzûda yapılması teklif edilen şeylerin "ef'âl-i mükellefîn" arasında yeri olmadığı muhakkak; kimse de böyle bir iddiada bulunamaz. Ancak, acaba bu Kutlu Doğum'u O'nun nûrefşan mesajı adına daha derince, daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz?
Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdetâ neş'e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; haftalarca, hatta aylarca her mahfilde sözler, muhâvereler hep o istikâmette cereyan eder.. her tarafa O'nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. hediye ve tebrik teâtisi, o günlerde postanelerin biricik işi hâline gelir. Telefonlar, sürekli O'nun namına zil çalar, âhizeler O'nun nâmına konar-kalkar.. dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar.. evler bir arı kovanı gibi, O'na ait duygularla uğuldar, mabetler O'na ait neşîdelerle inler.. ve her gece, âdetâ şehrâyinler gibi büyüleyici ve başdöndürücü olarak geçer. "